Anadolu Selçuklu Mimarisinin günümüze kadar ulaşabilen eserler arasında Siirt Ulu Camisi minaresi, turkuaz renkli çinileri ile nadide bir eser olarak duruyor.
Bu camiyi ayrı bir yere taşıyan bir başka unsurda minberidir. Bu minber, günümüz de her ne kadar ait olduğu yerden yaklaşık 1200 km uzaklıkta, Ankara Etnoğrafya Müzesinde uzun yıllar sergilenmiş ve şu sıralarda asırların yol açtığı yıpranmaların izlerinin giderilmesi için restorasyon işlemine tabi tutuluyor olsa da, tabiri caizse tapusu Siirt Ulu Camiye aittir.Teşhirde tutulduğu dönemlerde de buna vurgu yapılıyordu. Sanat tarihi kitaplarında da böyle anlatılıyor.
Sanat tarihi kitaplarında bu minbere ilişkin olarak, özetle şu bilgiler veriliyor; “Minber ceviz ağacından 611 (1214-15) tarihinde yapılmış.Üzerinde Kuranı Kerim den ayetlerin yanı yapan sekiz sanatçı ve mütevellinin adı taşıyan tek örnek durumundadır. Gerçek kündekârî tekniğiyle yapılan minberde beşgen ve beş köşeli yıldız çerçeveli bitki süslemeleri hakimdir.”
Bu minber için söylenebilecek tek olumsuzluk ait olduğu yerden çok uzaklarda bulunuyor olmasıdır. Bu husus bu minberin korunması ve yılların tahribatından uzak kalması açısından da bir şans olarak görülebilir.
İnsanlar için geçerli olan şans ve kader bütün canlı ve hatta eşyalar içinde geçerlidir.
Bu konumu elde edemeyen ve yılların yıpratıcılığına karşı tek başına direnen bir başka nadide minberimiz var. Eski adı ve statüsü ile Halenze Köyü, yeni adı statüsüyle de merkeze bağlı Bağtepe Mahallesinde ki caminin zemin katındaki minber.
Bu da ceviz ağacından yapılmış, bunda da kündekari yöntemi kullanılmış. Arada ki fark biri ihtimamla bakılırken diğeri adeta kaderine terk edilmiş.
Bağtepe de ki bu minberi önümüzdeki günlerde tekrar ele alacak ve ayrıntılı bilgi vermeye çalışacağım.