Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

GELECEK PARTİSİ İL BAŞKANI ENSARİOĞLU, “SAYIN GENEL BAŞKANIMIZIN SELAMLARI VAR”

Gelecek Partisi il Başkanı

Gelecek Partisi il Başkanı Mehmet Ensarioğlu, genel başkanları Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Siirt halkına selam söylediğini belirtti.

Yönetim kurulu üyesi Mehmet Emin Demir ile birlikte  kuruluşumuzu ziyaret eden Ensarioğlu, genel yayın yönetmenimiz Ayhan Mergenle görüşerek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi ve DEVA Partisi lideri Ali Babacan hakkında yaptığı açıklamanın ardından Gelecek Partisi  Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun sivil toplum kuruluşlarına hitaben yazdığı mektubun bir örneğini verdi.

Ensarioğlu yaptığı açıklamada

“Bize vermiş olduğunuz destek ve zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. Bundan birkaç gün önce sayın Genel Başkanımız çıkış olduğu bir programda kendiside dile getirmişti, Sayın Cumhurbaşkanının hainsiniz, liyakatsizsiniz, Babacana ve Davutoğlu’na böyle bir cümle kullanmıştı. Buna istinaden Genel Başkanımız da Tv’de Sayın Cumhurbaşkanına “bizler buradayız” istediğiniz kanaldan , istediğiniz size yakın sunucularla bizler program yapalım, soruları versinler, çıkalım ortamlarda konuşalım ve milletimiz karar versin demişti ve hiçbir cevap gelmedi. Bunu baz alarakta Genel Başkanımız bir mektup  yazdı ve tüm STK’lara göndermiş olduğumuz bir metin var ve sizinle paylaşmak istedik. “Dedi.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof Dr Ahmet Davutoğlu da mektubunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamlarına değinerek özetle şöyle dedi “Değerli Kardeşim, Bu mektubu size tarihe kayıt düşen bir hasbihal olarak kaleme alıyorum. Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı’nın “hain” ve “liyakatsiz” ithamlarına karşı kendisiyle yüzleşme çağrısında bulundum. Şu ana kadar bu çağrıma cevap gelmedi. Gelin bu yüzleşmeyi ve muhasebeyi samimi bir şekilde hep birlikte yapalım. Bütün siyasi tartışmaları bir kenara bırakarak kendimize dürüstçe soralım: İnandığımız değerler adına gelecek nesillere nasıl bir miras bırakacağız? Sadece başımızı iki elimizin arasına, vicdanımızı yüreğimizin ta ortasına alıp kendimize soralım: Nereye gidiyoruz? İnsanlığı aydınlattığına inandığımız bir inancın üzerinde yükselen bir medeniyet birikiminin sömürgeciliğe direncinin ve modernleşme süreci ile yüzleşmesinin iki yüz yıllık birikimi ne hale düştü? İsimleri tek tek zikretmeyeyim; siz en çok kimi örnek aldıysanız onun öne çıkardığı değerleri ve hedefleri tekrar bir düşünün. Ama en çok da hiçbir unvanı olmayan, çoğu okuma yazma imkânı bile bulamamış, cebindeki son kuruşunu “bir gün adalet temelli bir düzen kurulması ve çocuklarının daha iyi bir eğitim alması” hayaliyle veren Anadolu’nun çilekeş, onurlu insanlarını, babalarımızı ve dedelerimizi düşünün. Gelin beraber soralım: “Bizim ideallerimiz neydi, bugün bu çileler üzerine kurulan iktidarda yaşananlar ne?” İki asra yaklaşan bu birikimin en temel hedefi adaletti; bugün ise en çok örselenen kavram adalet. Nesiller boyu aktarılan Hz. Ömer’in adaletinden elimizde ne kaldı? Kadı önünde ayakta hesap veren Fatih ideali bir masal mıydı? İnsanlarımızın üzerindeki her türlü baskı yok edilecek, düşünce, inanç ve basın özgürlüğü hayata geçirilecekti. Bugün kimsenin kimseden emin olmadığı, sivil toplum kuruluşlarımızın “sivil” niteliğinin örselendiği korku iklimine nasıl gelindiğini hiç sormayacak mıyız? Yolsuzluklara karşı mücadele edilecek, tüyü bitmemiş yetimin hakkı korunacaktı. Yolsuzluğun her türü. her gün yaşanırken yüzü kızarmayanların “dava” diyerek hepimizin gençlik ideallerini temsil eden bu kavramı nasıl kirlettiklerini görmezden mi geleceğiz?

Hani insanları “güzel söz ile çağıracaktık”, insanlara güzel örnek olması gereken yüksek makamlardan kadınlara, hekimlere, öğrencilere, farklı düşünenlere yönelen nezaket dışı hitaplar kulağımıza ya da ruhumuza güzel geliyor mu? İçinden çıktıkları halk yoksulluktan kıvranırken iktidardakilerin duyarsızca lüks ve şatafat içinde yaşaması, kamu ihalelerinin ve kaynaklarının dar bir zümre arasında paylaşılması “servet bir grup elinde dolaşan bir emtia olmasın” ilkesine ne kadar uygun? Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan, “bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul dağıtan” sistem eleştirisi artık şiirlerde mi kaldı? Nass diyerek uygulanan politikalarla dünyanın en yüksek faizinin yaşanmasının, Hazine’nin faiz borcunun anapara borcunu aşmasının nassa olan inancı nasıl sarsmakta olduğunu görmüyor muyuz? Dini değerlerimizin iktidarda kalabilmek için araçsallaştırılmasının genç nesillerin dine inançlarını nasıl sarsmakta olduğu gerçeği yüreklerimizi titretmiyor mu? “Giderlerse gitsinler” diyen otoriter bir sesin gençlerin ülkeye aidiyetini nasıl yıprattığını, kendi çocuklarımıza veya torunlarımıza bir soralım bakalım ne cevap alacağız! İdealler ile yaşananlar arasındaki uçurum örnekleri çoğaltılabilir. Hepimiz kendi listemizi yapalım. Bizler için “dava” adına hangi ilke önemliyse yazalım ve bu ilke bugün hayata geçmişse yanına dürüstçe bir tik atalım. Bunu yaptığımızda, hepimiz çok iyi biliyoruz ki karşımıza derin bir boşluk çıkacak! Eğer hala ideallerle yaşanan gerçeklik arasında derin bir uçurum varsa vicdanımıza sormaktan korkmayalım: Kim bu değerleri savunmaya çalıştı, kim bu değerleri yıprattı? Sakın ha, artık “kol kırılır yen içinde kalır” demeyelim! Bize kaybettiren zihniyet bu işte! Şeffaflığı yok eden ve bizleri “olduğu gibi görünmeyen, göründüğü gibi olmayan” bir topluluk haline getiren zihniyet bu! Özetle, gün her şeyi açık yüreklilikle konuşma ve yüzleşme günü. Güç kaygısıyla örttüğümüz her zaaf “camia”daki parçalanmış ruh halini artırmaktan başka bir şeye yaramıyor. Sakın ha artık “kazanımlarımızı kaybederiz” de demeyelim! Kazanımlarımızı güç sahibi olmak değil şahsiyet ve duruş sahibi olmak korur. Biz baskı gördüğümüz ama ahlaki üstünlüğe sahip olduğumuz dönemlerdeki samimiyetimizle 28 Şubat döneminin prangalarını kırdık, güç sahibi olup ahlaki üstünlüğü kaybettiğimiz iktidar günlerinde ise şahsiyetimizi ve gençlerimizi kaybediyoruz. Son sözüm şu olsun: Körü körüne itaat ile susarak işlerin düzeleceğini sanıyorsak, büyük bir yanılgı içindeyiz demektir! Değerli Kardeşim, Bu mektup kalemden göze, dilden kulağa değil yürekten yüreğe yazılmıştır. Öyle okumanızı rica ederim. Allah yüreklerimizdeki derin vicdandan bizi koparmasın. Allah’a emanet olunuz! “

Seni Gidi Kopyacı :)))