Av. Diyaeddin Temiz’in Kaleminden; “ Ne Kadar Zorunlu, O Kadar Sorunlu mu?”

Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin yakın zamanda yaptığı bir açıklamada

Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin yakın zamanda yaptığı bir açıklamada şöyle dedi:
“Türkiye’de ortalama eğitim süresiyle ilgili uluslararası göstergelere bakıyoruz. Kamuoyundaki tartışmaları izliyoruz. Bir ihtiyaç doğarsa bunu değerlendirmeye hazırız.”

İşte tam da bu noktada söz sırası biraz da bizde. Çünkü bu sadece Ankara’yı değil, Çakıllı’yı, Beğendik’i, Doluharman’ı özetle hepimizin hayatıyla doğrudan ilgili bir mesele. Ve hepimizi ilgilendiriyor.
Açıklamaya çalışayım…
30 yaş üstü olanlar hatırlayacaktır:
Bir telefonla fırından ekmek sipariş edilirdi, bakkaldan bakliyat gelir, mahalle berberinde 10 yaşında çocuklar ustasının etrafında dolanırdı. Sanayide elleri yağlı çocuklar anahtar tutmayı öğrenir, ailecek fındığa, pamuğa, bağa gidilirdi. Gençler erken yaşta hayatla tanışır, zanaatla yoğrulur, beceri kazanırdı. Aileler yaz tatillerinde , gelir düzeyine bakılmaksızın çocuklarını hayatı tanımaları ve anlamaları için küçük yaşlardan itibaren iş yerinde çalışmaya teşvik ederdi.

Derken bir yasa çıktı: 1997 yılında zorunlu eğitim 5 yıldan 8 yıla çıktı. Daha sonra yeni bir yasa daha çıktı: 2012 yılında zorunlu eğitim 8 yıldan 12 yıla çıkarıldı.
Bir gecede toplumun dinamikleri değişti.

Uzayan Eğitim = Artan İşsizlik

4+4+4 sistemiyle birlikte, çocuklar 12 yıl boyunca zorunlu olarak okulda kaldı. 2022’de üniversite sınavlarında baraj puanı kalkınca, doğal sonuç olarak 12 yıla 2 veya 4 yıl eklendi. Neredeyse herkes üniversiteli oldu. Her ilde bir üniversite, her öğrencide bir veya birkaç diploma… Zorunlu eğitim dolaylı bir şekilde 16 yıl oldu. Ama sonra?
* Gençler 24 yaşına kadar okulda kaldı.
* Ardından 3–5 yıl KPSS’ye hazırlandı.
* Sonuç: Üniversite mezunu ama zanaatsız, işsiz bir kuşak.

OECD verileri de acı gerçeği gözler önüne seriyor:
Türkiye, genç işsizlik oranında %30’lara ulaştı ve OECD birincisi oldu.
15–24 yaş arası gençlerin sadece %39,5’i iş gücüne katılabiliyor. Geri kalan %60,5, ne eğitimde ne istihdamda: Tam anlamıyla kayıp kuşak.

Mesleki eğitim okulları, piyasadaki iş gücü ihtiyacına yanıt veremedi.
Marangozda usta olan ayda 100 bin TL kazanırken, özel okulda çalışan öğretmen 30 bin TL ile geçinmeye çalışıyor. Veteriner asgari ücrete tamam derken, aylık 120 bin TL’ye çoban bulunamıyor. İnşaat mühendisleri çağrı merkezindeki işe tamam derken, kalıpçı yevmiyeye 5.000 TL alıyor. Zanaat hâlâ kazandırıyor ama gençler o yönelime uzak. Neden?

Çünkü “okumak şart” algısıyla, iş dünyasından uzak bir akademik sistemin içine sıkıştırıldılar.

Çıraklık sistemi çöktü. Meslek edindirme kursları ise geç yaşta başlamanın zorluğu yüzünden istenen verimi veremiyor.

Ertelenen hayatlar, kurulamayan aileler…

Bugün gençler okuldan çıkamıyor, iş bulamıyor, ev kuramıyor, çocuk yapamıyor.
Sadece tüketen ama üretime katılamayan bir nesil yetişiyor. Devlet “Aile Yılı” ilan ediyor ama gençler ekonomik ve psikolojik olarak aile kuracak noktada değil.

Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen gibi sendikaların raporları da aynı yöne işaret ediyor. Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu, bu konuda şöyle diyor:

– Zorunlu eğitim 12 yıldan 8 yıla indirilmeli
– Üniversite eğitimi 3 yıla çekilmeli
– Mesleki eğitim öne çıkarılmalı

Haklı mı? Bence fazlasıyla.
Bilginin üretkenliğe dönüşmediği, beceriye evrilmediği bir sistemde bekleyen gençler ordusu var. Piyasanın, eğitimlerinden bir şey beklemediği milyonlarca mezun.
Zorunlu eğitim süresi yeniden yapılandırılmalı. Bilgi değil, iş gücüne hazırlık esas alınmalı.
Mesleki eğitime ağırlık verilmeli. Güvenli, kontrollü bir çıraklık sistemine geri dönülmeli.
Üniversite kontenjanları düşürülmeli. Herkes için değil, ihtiyaç için üniversite anlayışı benimsenmeli.
KPSS zorunluluk değil, bir tercih olmalı. Herkesin hayali memurluk olmamalı. Olamaz da.

Zorunlu eğitim bugün bir “zorunlu bekleme sürecine dönüşmüş durumda.
Eğitime devam etmek istemeyen gençler için sistem baskı yaratıyor; akademik eğilimli olmayanlar için zaman kaybı. İş dünyasına geç atılan gençler, aile ve hayat kurma süreçlerini sürekli erteliyor. Bugün Türkiye, “okuyan ama iş yapamayan” bir kuşakla yüzleşiyor.

Oysa Türkiye’nin ihtiyacı belli: Beceriye dayalı, üretken, zanaat temelli bir gençlik.

Eğitim reformu şart. Ama bu kez zamanında ve gerçek ihtiyaçlara göre yapılmalı.
Yoksa gençlik sadece sınıflarda değil, hayatın kendisinde de kaybolacak.

Son söz: Lütfen bu hayati meseleyi görmezden gelmeyin. Zorunlu eğitimin yarattığı sorunları kahvehanelerde, meclislerde, aile sofralarında konuşun. Bu konuyu sadece eğitimcilerin değil, toplumun her kesiminin tartışması gerekiyor. Siyasetçilere, yerel yöneticilere, sivil toplum kuruluşlarına sesinizi duyurun. Gerçekçi ve çözüm odaklı bir düzenleme yapılması için kamuoyu baskısı oluşturun. Çünkü bu, sadece bugünün değil, yarının Türkiye’sini de doğrudan ilgilendiriyor.

Seni Gidi Kopyacı :)))