Şubat depremini yaşayan bir vatandaşın ifadesinden yola çıkan köşe yazarımız Av. Dîyaeddin Temiz, bu haftaki yazısında Türkiye’de yapı güvenliğine duyulan güvensizliği, toplumsal korkuları ve geçmişle bugünü karşılaştırarak değerlendirdi. Temiz, yaşanan depremleri “bir ayna” olarak tanımladı.
Köşe yazarımız Av. Dîyaeddin Temiz, bu hafta kaleme aldığı yazısında, Türkiye’de yaşanan depremlerin toplumsal psikolojimizde nasıl derin izler bıraktığını ve yapı sistemine olan güvensizliğimizi gözler önüne serdi. Temiz, bir arkadaşının Şubat depremleri sırasında yaşadığı tereddütü şu sözlerle aktardı:
“Deprem oldu, ne yapacağımı bilemedim. Herkes dışarı çıkıyordu. Benim kararım evde bir yaşam üçgenine sığınmaydı. Ancak arsa sahibi ve bina müteahhidi aşağı inince, çocuklara ‘hadi biz de iniyoruz’ dedim. Ve indik.”
Bu sözlerin, deprem anında yaşanan psikolojiyi en sade ve net haliyle özetlediğini vurgulayan Temiz, bu durumu “kararsızlık, korku ve güvensizlik” olarak niteledi. Ardından çarpıcı tespitlerde bulundu:
“Çünkü aslında hepimiz biliyoruz: Evlerimiz sağlam değil. Müteahhide güvenmiyoruz. Güvensek, yapı denetim firmasına güvenmiyoruz. Ona da güvensek, şantiye şefine güvenmiyoruz. Yapı kullanma izni veren belediyeye, zemin etüdünü yapan jeoloji mühendisine güvenmiyoruz. Kısacası, sistemin hiçbir halkasına tam anlamıyla inancımız kalmamış durumda.”
Toplumun maddi ya da manevi olarak ölüme hazır olmadığını dile getiren Temiz, bu korkuların yersiz olmadığını da belirtti. Yakın zamanda yaşanan Sındırgı Depremi’nden bir anekdot paylaşarak, Manisa’ya giderken yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:
“Sarsıntıyı hissetmedik; ama akşam saatlerinde şehre vardığımızda, manzara her şeyi anlatıyordu: İnsanlar, araçlarıyla boş arazilere toplanmıştı. Korku, gözlerinden okunuyordu.”
Temiz, milyonluk araçlara binen, marka kıyafetler giyen insanların, milyonlarca lira ödedikleri evlerine güvenemediklerini belirtti ve bunu şöyle özetledi:
“En çok kazandırdıklarımıza en az güvenmemiz, başlı başına bir sosyolojik vaka.”
Modern yapılarla tarihi yapıları karşılaştıran köşe yazarımız, geçmişte inşa edilen eserlerin sağlamlık ve estetik açısından hâlâ ayakta durduğunu, bugünkü ultra lüks yapıların ise ilk sınavda yıkıldığını belirtti:
“Oysa geçmişin mühendisliği gösterişe değil, sağlamlığa ve estetiğe odaklıydı. Bu yüzden hâlâ asırlık camilerde, türbelerde ibadet edebiliyor, hanları, hamamları gezebiliyor, o yapılarda huzurla vakit geçirebiliyoruz.”
Manisa’dan örnekler de sunan Temiz, şu tarihi yapıların yüzyıllardır ayakta olduğunu hatırlattı:
Saruhan Bey Türbesi (1313)
Ali Bey Camii (1427)
Sultan Camii (1523)
Muradiye Camii ve Külliyesi (1583)
“Elbette bu yapılar zamanla tadilat görmüş olabilir. Ama bir gerçek var: Hiçbiri yerle bir olmamış.”
Temiz, yazısının sonunda yaşanan depremlerin yalnızca birer doğal afet değil, aynı zamanda bir “ayna” olduğunu ifade ederek şu çarpıcı ifadelerle yazısını noktaladı:
“Bu sadece bir doğal afet değil. Bu bir ayna. Japonya’da, Rusya’da farklı yansıyan… Ama bize kendimizi en çıplak haliyle gösteren bir ayna.
Bize neye değer verdiğimizi…
Neyi unuttuğumuzu…
Ve nasıl yaşadığımızı gösteren bir ayna…”