Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Av. Diyaeddin Temiz’in Kaleminden: “Çarpık Kentleşme = Trafikte Kaos”

Geçtiğimiz günlerde değerli bir dostum aradı. “Diyaeddin, yazılarını büyük bir

Geçtiğimiz günlerde değerli bir dostum aradı. “Diyaeddin, yazılarını büyük bir takdirle okuyorum,” dedi ve ardından hepimizin bildiği ama yüksek sesle söylemekten çekindiği o soruyu sordu:
“Memleketin trafik ve imar sorununa da bir köşe ayırır mısın?”

“Senin de sosyal medya hesapların var,” dedim, “hatta yazdığını paylaşacak basın mensubu arkadaşlarımız da olur.”
O,“Bizim kalemimiz o kadar güçlü değil,” deyip sıyrıldı.

Esasında konu basit bir istek değil, ciddi bir çığlık:
Çünkü plansız imarın kaçınılmaz sonucu, trafik kaosudur.

Şehirde yollar dar, kaldırımlar ya yok ya da esnafın masa sandalyesiyle dolu. Yayaya ayrılması gereken alanlar çoktan işgal edilmiş.
Üstüne bir de araçlar yaya geçitlerine, kavşak başlarına, dönemeçlere birerli bazen de ikişerli park edince ne arabaya geçecek yer kalıyor, ne insana yürüyecek yol.
Hele bir de dörtlülerini yakıp yolun ortasına aracı bırakıp gidenler yok mu? Bu nasıl bir özgürlük! Sürücü dur-kalktan bıkkın, yaya çaresiz, şehir sinir harbi içinde.

Neredeyse her apartmanın altı dükkan, bakkal, kahvehane dolmuş taşmış. Her biri sabah veya akşam mal indiriyor. Kamyonetler sokak ortasında dikilmiş, zaten dar olan yollar tıkanıyor. Üstüne bir de okul, sağlık ocağı, kamu binası nereye denk geldiyse oraya yapılmış. Ne bir ulaşım planı var, ne de bir şehir vizyonu. Herkes bir tanıdığın selamıyla bir işini görmüş; geriye, başıboş bir şehir kalmış.

Sokaklarda şehri bilmeyenler için yönü belli eden tabela yok. Hangi sokak tek yön, hangisi çift yön; gelenin, geçenin anlaması mümkün değil.
Korna sesleri, yol verme tartışmaları, bağırış çağırış derken herkes kendi bildiğini okuyor. Çünkü ortada ortak bir düzen, kural dili yok.

Altyapı desen, o da ayrı bir dert. Elektrik direği bir yanda, çöp konteyneri başka yanda, internet kutuları gelişigüzel yerleştirilmiş. Bu karmaşa, zaten yürünemeyen kaldırımı da işgal ediyor. Acil bir durumda ambulans, itfaiye nasıl geçecek? Allah’a emanet…

Bu düzensizliğin içinde artık şunu net şekilde görüyoruz: Şehri betonla değil, akılla kurmak gerekiyormuş.
Plansız yapılaşmanın üzerini makyajla örten yıllar geçti; şimdi o makyaj döküldü, şehir gerçek yüzünü gösteriyor. Ve o yüz bize sadece neyi yanlış yaptığımızı değil, neyi değiştirmemiz gerektiğini de söylüyor.

Yıllarca “Ortadoğu zihniyetiyle” şehir yönetip “Avrupa modernitesi” sonuçları bekledik. Yani arpa ektik, mısır biçmeyi umduk. Oysa bugün genç kuşak, bu çelişkiye sessiz kalmıyor artık. Çünkü her sabah trafikte sıkışan her birey, yaşadığı şehrin çarpıklığını doğrudan hissediyor. Ve üst soyunun inşa ettiği bu karmaşaya dönüp artık hesap soruyor.

Biz şehircilik işini duyguya ve çıkara teslim ettik. Halbuki şehircilik hem bilimdir hem sanattır.
Şehir sadece yaşanacak değil, birlikte yaşanacak bir alandır. Bu birlikte yaşam da planlama, katılım ve saygı ister.

Ama biz yerel seçimlerde neye baktık? Adayın bilgisine, vizyonuna, kadrosuna mı? Kesinlikle hayır. “Gönlümüzü teslim ettiğimiz parti kimi aday gösterirse ona oy veririm” diyerek oy kullandık. “Kazanmak” uğruna “yanımıza almalıyız” diyerek liste, kitle hesapları yaptık.
Sonuç? Liyakat değil, sadakat kazandı. Şehir kaybetti.
Ve bugünkü karmaşa, işte o tercihlerimizin acı meyvesi.

Yönetim koltuklarına vizyonu olmayan, günü kurtaran ama geleceği umursamayan insanlar oturdu. Uzun vadeli çözümler yerine vitrin projeleriyle şehri oyaladılar. Oysa şehir , günübirlik çözümlerle değil; bütünlüklü ve adil bir planlamayla nefes alır.

Bugün Siirt gibi küçük bir şehirde bile insanlar günde yarım saat, kırk beş dakika trafikte zaman kaybediyor. Bu sadece zaman değil; aileden, üretkenlikten, sağlıktan çalınan bir hayat. Trafik artık sadece araçların değil, toplumun ruh sağlığını tehdit eden bir sorun.

Unutmayalım: İmar, bir şehrin kimliğidir. Binaların yüksekliği, yolların genişliği, parkların, sosyal alanların konumu… Hepsi, o şehrin nasıl bir gelecek hayal ettiğini gösterir. Ama biz ya hayal kurmadık ya da rant uğruna bu hayali unuttuk.
Bazı şehirlerde 3/5 dönümden küçük arsalara bina izni verilmezken, bizde 200 metrekareye apartman dikiliyor. Bu sadece teknik bir fark değil; bir vizyon, bir şehir anlayışı farkıdır.

Yine imar planı, bir kentin kaderidir. Ve biz bu kaderi yıllardır küçük hesapların gölgesinde şekillendirdik. Bugün o yanlış imar kararlarının acı faturasını, işyerinden, okuldan uzak evlerde yaşayarak ve trafikte öfke patlamalarıyla ödüyoruz. Çünkü trafik sadece ulaşım değil, ortak yaşam kültürünün aynasıdır.

Peki çözüm nerede?

Her şeyden önce bu şehri yönetecek insanlarda… Bilgili, cesur, vizyon sahibi kadrolarda… Planlama 5 yıllık değil, 50 yıllık bakışla yapılmalı. Yol, altyapı, toplu taşıma baştan düşünülmeli; sonra yapılaşmaya izin verilmeli.
İmar kararları şeffaf, denetlenebilir ve halk yararına olmalı. Toplu taşıma güçlendirilmeli, bisiklet yolları açılmalı, yaya önceliği sağlanmalı. Otopark zorunluluğu olmadan dikilen her bina, sokakları park alanına çeviriyor. Bu da sadece trafik değil, can güvenliği riski demektir.

Sağlıklı bir şehirde konut, okul, iş yeri ve sosyal alan bir arada olur. İnsan işe, okula yürüyerek ya da kısa bir toplu taşıma yolculuğuyla ulaşabilir. Ama biz her fonksiyonu birbirinden uzağa koyduk. Sonra da herkes aynı saatte aynı yöne gitmeye kalkınca trafik boğulmaya başladı.

Bu kültürü ancak eğitimle, bilinçle ve katılımla değiştirebiliriz. Çünkü şehir sadece yönetenlerin değil, yaşayan herkesin ortak sorumluluğudur.
Ve şehir, sadece içinde yaşadığımız yer değil; bizatihi bizim yansıdığımız aynadır.
Artık o aynada çatlak değil, değişim görmek istiyoruz.
Ve o değişim, bugünden başlamak zorunda…

Seni Gidi Kopyacı :)))