Yatırımcılar, şehirlerin ekonomik kalkınmasında önemli bir rol oynar. Ancak bu rol, kimi zaman ahlaki ve yönetsel sınırları zorlayan bir etkiye dönüşebiliyor. Bugün hem Siirt’te hem de ülke genelinde sormamız gereken iki temel soru var:
İş adamı, yaptığı yatırım nedeniyle halka, siyasetçiye ya da bürokrata minnet ettirebilir mi?
Yatırım yaptığı bölgedeki siyaset ve bürokrasiye müdahale edebilir mi?
Her iki sorunun da benim için cevabı kısa ve net: Hayır, edemez.
Basiretli bir iş insanı yatırım yapacağı yeri; pazar imkanları, rekabet ortamı, lojistik ve ulaşım imkânları, iş gücü arzı, devlet teşvikleri, organize sanayi bölgesi avantajları, vergi istisnaları , ekonomik ve politik istikrar gibi birçok kriterlerle değerlendirerek seçer. Bazen doğup büyüdüğü şehir duygusal nedenlerle tercihe dahil olabilir, ancak sonuçta karar, kâr odaklıdır. Yatırım, bağış ya da iyilik değil, ticari bir faaliyettir.
Bu nedenle yatırımcının sağladığı istihdamı “lütuf” gibi sunması ve “size iyilik yaptım” anlayışıyla hareket etmesi; hem topluma hem de kamusal iradeye saygısızlıktır. Yatırımcının görevi kazanmak, kamuoyunun ve yerel yönetimlerin görevi ise kuralları işletmektir. Yatırım lütuf değil, rasyonel bir tercihtir.
Yatırımcıya elbette yasal zeminde destek olunmalıdır. Yatırım ortamını iyileştirmek, bürokratik engelleri azaltmak, teşvikleri etkinleştirmek kamu yönetiminin sorumluluğudur. Ancak bu destek, kayırmacılığa, özel muamelelere ya da hukukun esnetilmesine dönüşmemelidir.
Yatırımcı eğer mevzuat dışı ayrıcalık talep ediyor ya da kamu kaynaklarını kendi lehine yönlendirmek istiyorsa bu, kabul edilemez. Devletin asli görevi, sermayeyi değil hukuku korumaktır. Esas olan, herkes için adil ve eşit bir rekabet ortamı sağlamaktır. Destek olunur, imtiyaz tanınmaz
Bir iş insanının yatırım yaptığı bölgedeki siyasetçileri veya bürokratları belirlemeye çalışması, demokratik düzenin doğrudan ihlalidir. Siyasetçileri halk seçer, bürokratlar ise liyakat esasıyla atanır. Bu sürece dışarıdan müdahale, sadece etik dışı değil, aynı zamanda sistematik yozlaşmaya ve siyasetin mecrasından kopmasına zemin hazırlar.
Unutmamak gerekir ki kamu görevi, şirket yönetimiyle karıştırılamaz. Yatırımcı kamuya yön veremez; kamu, yatırımcıya değil topluma hizmet eder.
“Bu şehri ben kalkındırıyorum”, “İstediğim yapılmazsa yatırımı çekerim” gibi nazlı ifadeler, açık bir baskı aracıdır. Bu tehdit dili ne kamuoyunda ne de yönetimde karşılık bulmamalıdır. Siyaset ve bürokrasi, böyle durumlarda hukuka, kamu vicdanına ve onurlu yönetim anlayışına bağlı bir tutum sergilemelidir. Çünkü kamu gücünün muhatabı halktır, sermaye değil.
Yatırım, toplumlar için kıymetlidir. Ancak yatırımcıyı kutsallaştırmak, kuralları esnetmek ve kamu düzenini zedelemek ciddi bir risktir. Minnet ya da kibir temelli ilişkiler, sağlıklı kalkınmanın önünde engeldir.
Doğru olan; Yatırımcının sorumlu, toplumun bilinçli, Devletin şeffaf ve tarafsız olmasıdır.
İşte bu anlayışla yatırım, ortak refahın, adil ve doğru kalkınmanın gerçek aracı olabilir.