Geçmişte yaşadığımız bir çok tatlı olayı iç geçirerek “Ah nerede” diye başlayan cümlelerle anarız.
Ancak sanırım bunu en iyi hak eden konu eski bayramlardır. Her geçen bayram biraz daha özlemle andığımız o muhteşem bayramlar.
Çok şeyde olduğu gibi son yıllarda bayramları o eski kimliklerinden ayırdık. Bambaşka bir kimliğe büründürttük.
Eski bayramları hatırlayalım. Geçmiş yıllarda bayram hazırlıkları aylar, haftalar öncesinden başlardı.
Her yerde olduğu gibi Siirt’te de evlerde genel bir temizlik yapılırdı. Yetişkinlerin ve özellikle çocukların aylardan beri ötelenen giysi ve ayakkabı ihtiyaçları temin edilirdi.
Bu durum bayramda yaşanılacak olan bayram sevincinin ilk ayağını oluşturuyordu. Çünkü o dönemlerde öyle hadi çarşıya gidelim ihtiyaçlarımızı satın alalım lüksü yoktu. Giysi ve benzeri ihtiyaçların karşılanması bayram veya aileden birinin düğününe denk getirilmeye çalışılırdı.
Bunların ardından bayram yemeği ve kısme hazırlığına başlanılırdı. Öncelikle kısmenin ne olduğunu hatırlayalım.
Kısme Ramazan ve dini bayram arefeleri ile kandiller de varlıklı ailelerin çevrelerinde ki ve mezarlık ziyaretleri esnasında gördükleri yoksul vatandaşlara dağıtılmak üzere hazırladıkları ekmek helva ve mevsim meyvelerine verilen addı.
Meyve ve helvalar hazırlanır. Ekmekte ya o gün tandırda pişirilir veya fırından taze olarak satın alınırdı.
Hemen her evde standart olan ve etli pirinç pilavı ile bir sulu yemekten oluşan bayram yemeği için et temin etme yoluna gidilirdi.
Bazı varlıklı aileler hindi ya da bir iki tane köy tavuğunu kesmeyi tercih ederlerdi. Geri kalanlar bolca koyun ya da kuzu eti alırlardı.
Bu arada bir noktaya vurgu yapmak gerekiyor. O dönemlerde evlerde etli pirinç pilavı tabiri caizse bayramdan bayrama pişirilen bir yemekti.
Bütün bunlar yapıldıktan sonra arife günü ikindi namazının ardından hazırlanan kısmelerin bir yoksul olan komşulara dağıtılırken diğerleri mezarlığa götürülürdü.
Ölen yakınların başında dualar okunurken oraya gelip dua eden yoksullara dağıtılırdı. Burada mezarlık ziyareti esnasında mutlaka yapılan bir davranıştan söz etmek gerekiyor.
Yakınlarının mezarları başında dua okuyan kişileri görenler tanısın tanımasın durup bir Fatiha Suresini okurlardı.
Durumları uygun olanların arefe gününü niyetli olarak geçirdiklerine vurgu yapalım.
Bayram sabahı erkenden kalkılır. Evin hanımları bayram yemeğini pişirmeye koyulurken erkekler namaz kılma çağına gelmiş erkek çocukları ile birlikte caminin yolunu tutarlardı.
Bayram namazı eda edilip, hutbe dinlendikten sonra mezarlığa geçilir. Arefe günü yapılan mezarlık ziyaretlerinden farklı olarak yalnız erkekler giderlerdi.
Bayramlaşma hutbenin biriminden itibaren başlar ve yol boyu dahil mezarlık ziyareti boyunca devam ederdi.
Erkekler mezarlıktan döndüklerinde bayram yemeği hazır olurdu. Sofraya oturulmadan önce pişirilen yemeklerden mahalledeki yoksul ailelerinden birine bir pay gönderilirdi. Bayram yemeği olarak adlandırılan bu yemeği götüren çocuklar dönmedikçe sofraya oturulmazdı.
Yemeğin ardından yeni alınan elbiseler giyilir ve büyüklerin elleri öpülerek aile içi bayramlaşma başlardı. Burada dede varsa dede yoksa baba çocuklara ve hatta bazı ailelerde eş ve gelinlere bayramlık harçlık verilirdi.
Bu işlemler tamamlandıktan sonra misafirliğe gitme veya misafir ağırlama faslına geçilirdi.
Bayramlaşmaya gidilen her evin çocuklarına da harçlık verilirdi.
Bu arada evin çocukları gelecek misafirlerin vereceği bayram harçlığını toplamak üzere aralarından birini nöbetçi bıraktıktan sonra bayram alanına giderlerdi.
Burada çeşitli salıncakların yanı sıra çocuklara para karşılığında tur attıran fayton ve at arabaları vardı. Tabii ki çok sayıda seyyar satıcı da burada gün boyu satış yapıyorlardı.
Gelen misafirlere şeker ve Türk kahvesi ikram edilirdi. Son yıllarda buna baklava diğer tatlı çeşitleri eklendi.
Bayram denildiğinde bir yakınını kaybetmiş ailelerle, nişanlı oğlu ile yeni evli kızları olan ailelerin bayramlaşmalarından söz etmemek olmaz. Onuda bir başka yazıda ele alırız.