Türkiye’de bir çok olması gereken denge bir türlü sağlanmıyor.
İki taraftan biri mutlaka ağır basıyor.Tıpkı gazeteci Hasan Pulur’un deyimiyle; ”Hedefi ya 12 den vururuz ya da sıfırda kalırız.” Hiç bir zaman orta nokta olan 6 yı tutturmayız.
Görev ve yetki kuralları içerisinde birlikte çalışması gereken siyaset ve bürokrasi ilişkisinde de benzer bir durum görüyoruz.
Yüz yıllık Cumhuriyet tarihine baktığımızda gerek il bazında ve gerekse ülke genelinde bu dengenin kurularak ilişkinin sürdürüldüğü dönemlerin çok az olduğunu görüyoruz.
Cumhuriyetin kuruluşundan 1950 yılına kadar bürokrasi ve siyasetin iç içe olduğunu ve bürokratların aynı zamanda CHP yöneticisi olarak görev yaptığını görüyoruz. Bu nedenle bu döneme ilişkin olarak söylenecek çok fazla söz yok.
1950 -1960 yılları tam denge yoluna girecekken askeri darbe siyaseti yok etti.
1963-1972 yılları arasında dengenin tekrar kurulmasına yönelik çabaları görüyoruz.1972 yılında 12 Mart muhtırası sonrası kurulan Nihat Erim hükümeti döneminde bürokrasinin lehine dönen ibre 1974-1980 yılları arasında ki koalisyonlar döneminde ibre tam tersine döndü. En üst düzeyde ki bürokratın bile kaderi koalisyon hükümetinin düşmemesi uğruna milletvekillerinin iki dudağının arasından çıkacak söze kaldı.
Bu denge o günden bu yana bir tahterevalli gibi, bir o yana, bir bu yana gidip geldi.
Son dönemlerde Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde ibrenin az da olsa birazcık bürokrasinin lehine doğru kaydığını düşünüyorum.
Umarım yeni dönemde bu durum tam dengeye oturur.Siyasetçi bürokratları objektif olarak değerlendirir.Bu değerlendirmeye rağmen siyasetçinin görevini layıkıyla yapmayan bürokratın hakkında yaptığı şikayette göz önünde bulundurulur.
Özetle her şeyin güzeli ortasıdır. Yani dengeli olmasıdır.