Dışarıda soğuk bir ayaz, eskimiş çatlamış ahşap pencerelerden içeri sızan ve insanın iliklerine kadar işleyen rüzgar.
Odanın bir köşesinde yakacak odun ve kömür olmadığı için adeta bir süs eşyası haline gelen teneke soba.
Yerde halı yerine ince bir kilim.Beton zeminin soğuğunu olduğu gibi aktarıyor.
Odanın bir kaç yerinde tavandan akan sular için konulmuş naylon kaplar…
Akşam yemeği yenilecek; sofrada bir tabak zeytin ve birkaç ekmek.Yanında da kırık dökük çaydanlık…
Sofranın etrafında 8-9 yaşlarında zayıf, gözlerinin feri gitmiş, ince eski elbiselerle oturmuşlar…
Onlardan daha da bitkin bir anne ve baba…
Ekmek zeytinlerini sanki bitmesinden korkarcasına yavaş yavaş çiğniyorlar.Her bir zeytin tanesini iki üç lokmalarına katık yapıyorlar… Arada bir içtikleri bir yudum çay içlerini ısıtıyor…
Şimdi gözlerimizi bir kaç saniyeliğine de olsa kapatalım ve böyle bir aileyi hayal edelim…
Ardından bizim konforlu, çift camlı, 24 saat boyunca yanan kaloriferli, musluklarından sıcak su akan evlerimizi, çocuklarımızın yünden, kaliteli kumaşlardan insanın içini ısıtan giysilerini ve etrafında kurulduğumuz, sıcağından soğuğuna, çorbasından ana yemeğine kadar çeşit çeşit yemeklerin yer aldığı mükellef sofraları düşünelim…
Son olarakta bir anlığına o yoksul ailenin yerine kendimizi koyalım…O avurtları çökmüş iki minik yavrunun bizim çocuklarımız torunlarımız olarak hayal edelim…
Duygularımız allak bullak olur.Bir kabus görmüş gibi hemen irkiliriz…
Ancak bu irkilmenin bir gereği olmalı…Bu ağır kış şartlarında yukarıdaki tablodanda daha kötü bir halde yaşayan insanlar olduğu gerçeğini hatırlayalım ve bunları bulalım…Onlara yardım ulaştıralım…Solan yüzlerinin gülümsemesini sağlayalım…
Unutmayalım ki dinimiz komşusu aç iken tok yatanı bizden kabul etmiyor…