Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Siirt Efsanelerinde Yılan Miti

Siirt yöresinde yılanla ilgili

Siirt yöresinde yılanla ilgili çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. Bunların bir kısmı unutulmaya yüz tutmuştur. Bu çalışmada Siirt yöresinde derlediğimiz efsanelerde yer alan yılan mitinin sembolik anlamları üzerinde durulacaktır. “Nar Tanesi” efsanesinde küçükken annesi ölen ve üvey anne tarafından işkence gören bir kızın macerası anlatılır: Üvey anne, içinde henüz yumurtadan çıkmış siyah bir yılan bulunan bir kap suyu üvey kızına içirir. Kız, bu küçük yılanı yutar. Yılan, kıza zarar vermeden onun karnında uzun süre yaşar. Bir süre sonra kızın karnı şişmeye başlar. Dedikodular başlayınca baba, kızını öldürmek için uzak bir diyara götürür, ancak ona kıyamaz; kızı bir başına bırakıp geri döner. Kız, bu duruma çok üzülür ve ağlamaya başlar. Gri renkli bir yılan, kızı ısırmaya çalışır, bu sırada kız karnındaki siyah yılanı kusar. Bu yılan, kızı gri renkli yılandan korur. Kız bir şehzade ile evlenir. Siyah yılan, kızı ve onun çocuklarını korumaya devam eder (k7). Yukarıdaki anlatı, karayılanın neden insanların koruyucusu olduğunu anlatan bir efsane hükmündedir. “Yılan Bebek” efsanesinde, yolculuk sırasında yol kenarında ağlar halde bulunan bir bebek, arabaya alınır ve emzikli bir kadın tarafından emzirilir. Saatlerce anneyi emen bu bebek, bir türlü annenin memesini bırakmaz. Yolcular, bebeğin ağzını annenin göğsünden ayırmaya çalışsalar da bunu başaramazlar. Bebeğin kundağı açılınca baş kısmı insan, gövdesi yılandan oluşan bir yaratıkla karşılaşırlar. Bu durumu gören anne oracıkta ölür. Annenin göğsü kesilerek, yılan bebeğin anneden ayrılması sağlanır” (k1). Sıra dışı ve ürkütücü olayıyla bu efsane de halk belleğinde yılana dair mitsel bir anlatı olarak yer almıştır. Siirt’te en çok bilinen efsanelerden biri de “kutsal ağaç” simgesi çerçevesinde ve İbrahim Hakkı Hazretleri’nin menkıbevi kişiliğine vurgu yapılarak anlatılır: “Asırlar önce, Siirt’in Aydınlar ilçesinde yaşamış bir âlim olan İbrahim Hakkı Hazretleri, bir gün namaz kıldığı sırada hem aslan hem yılan nöbet tutmak isterler. Nöbet tutmak konusunda anlaşamayan bu hayvanlar, boğuşmaya başlar, bu esnada Allah, onları bir bıttım ağacına dönüştürür” Aynı efsanenin bir başka varyantı ise şöyledir: İbrahim Hakkı Hazretleri namaz kıldığı sırada yılan, İbrahim Hakkı Hazretleri’ni sokmak üzereyken aslan, bu durumun farkına varır ve yılana saldırır. Aslanla yılan boğuşurken Allah, onları bir bıttım ağacına dönüştürür. Ağaç, Siirt’in Aydınlar ilçesinde İbrahim Hakkı Hazretleri’nin mezarının yakınlarında bulunmaktadır ve o civarda bulunan en yaşlı ağaçtır. Hayvanlar, bilhassa vahşi hayvanlar arasındaki mücadeleler, tarih boyunca çeşitli sanat dallarına konu olmuştur. “Kartal-yılan”, “pars-yılan”, “aslan-yılan” mücadelesini gösteren çeşitli kabartma, levha, heykel gibi yapıtlar mevcuttur. Yukarıdaki efsane metninin her iki varyantında görülen yılan-aslan mücadelesini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. “Korkunun Bedeli” adlı efsanede ise, birbirlerini seven iki genç kaçarlar. Geceyi ormanda geçirmek isterler. Bu arada bir yılan, kızın ayaklarından başlayarak onu yutmaya çalışır. Bu durumu gören erkek, donakalır ve hiçbir şey yapamaz. Kız, yılan tarafından kemikleri kırılarak yutulur. Sevdiği kızı kurtaramayan genç ise delirir (k2). Yukarıdaki anlatıda geçen yılan, sıradan bir yılan olmayıp insanı yutabilecek büyüklükte sıra dışı bir varlıktır. Fuzuli Bayat, “devle ejder arası bir varlık olarak tasavvur edilen ve insanları yutan bir demonik varlıktan” (Bayat 2007: 255). söz ederken adeta yukarıdaki efsanede genç kızı yutarak ölümüne sebep olan devasa yılana işaret etmektedir. Aşağıda anlatacağımız “Tekerler Yılanı” ve “Yılan” adlı efsanelerde yılanın sıradan, ancak tehlikeli ve zehirli bir hayvan olarak anlatı içerisinde yer aldığı görülür: “Tekerlek Yılanı” adlı efsane, yolculuk yapan üç çocuklu bir aileyle ilgilidir. Yolculuk sırasında baba, yolda bir tekerlek görür ve onu arabaya alır. Arabaya alınan tekerlekten çıkan yılan, arka koltukta oturan çocuklardan birini ısırır, diğerinin de boynuna sarılır. Durum fark edilince baba, çocuğun boynundaki yılanı çekip atar. Olayın şokuyla kaskatı kesilen annenin kucağındaki çocuk da havasızlıktan ölür. Anne, bütün bunların sorumlusunun baba olduğunu düşünür ve silahla babayı vurur, kendisini de uçurumdan atar (k4). “Yılan” adlı efsanede ise Siirtli bir aile, Diyarbakır’da askerlik yapmakta olan çocuklarını ziyarete giderler. Yolculuk sırasında kadın, eşine sırtında bir şeyler hissettiğini söyler, ancak kocası aldırış etmez. Kadının ısrarlarına rağmen adam, kadının sırtına yolculuk esnasında bakamayacağını söyler. Otobüs Diyarbakır’a varır. Önce baba oğluna sarılır ve onunla hasret giderir, daha sonra anne, oğluna sarılır. Bu esnada, yolculuk boyunca kadının sırtında gezinen yılan, çocuğun boynunu ısırır. Yılan zehirlidir ve çocuk oracıkta ölür. Bunu gören anne, korkudan kalp krizi geçirir ve ölür. Baba ise delirir (k3). Yılan, kırsal yörede yaşayan insanlar için çağlar boyunca hep tehlikeli bir varlık olmuştur. Bu anlatıda da yılan zehirli olması yönüyle ve insanoğluna zarar veren, onu öldüren gücü ile karşımıza çıkmaktadır. Siirt yöresinde anlatılan efsanelerden biri de “Şahmeran”dır. Bu efsane, farklı şekillerde Tarsus ve Mardin yörelerinde yaşamaktadır. Siirt’te Şahmeran adıyla anlatılan efsane, Tarsus ve Mardin yöresinde anlatılanlardan farklıdır. Ancak her üç efsanedeki ortak nokta Şahmeran’ın, “yılan” ve “insan” vücutlu bir varlık olmasıdır. Siirt yöresinde Şahmeran’ın görüntüsünü oluşturan varlıklara bir de “balık” eklenmiştir. Siirt’te anlatılan Şahmeran efsanesinde Şahmeran, bir mağarada bulunan şifalı suyu elde etmeye çalışan insanları öldüren bir canavar olarak tasvir edilir. Efsane şöyledir: Söylentilere göre balık, yılan ve insan vücutlarının birleşiminden oluşan Şahmeran, kimilerine göre bir canavar kimilerine göre ise “yılanların kraliçesi” olarak bilinmektedir. Şahmeran, Siirt bağlarının bulunduğu yerde, yüksek bir mağarada bulunmaktadır. Uçsuz bucaksız olan bu esrarengiz mağarada binlerce kuyu vardır. Bu canavarı bulmak için mağaraya giren insanlardan hiçbiri geri dönmemiştir. Bunun nedeni mağaranın altında ve üstünde bulunan kuyuların oraya giren insanları yutmasıdır. Mağaranın içinde diz boyu derinlikte soğuk bir su birikintisi bulunmaktadır. Bu suyun şifalı olduğu ve birçok hastalığa iyi geldiği söylenmektedir. Bir zamanlar modern tıp imkânlarından yoksun olan halk, şifa bulmak için bu bölgeye gidermiş. Ancak orada bulunan canavar, suya herhangi bir zarar gelmemesi için onu korumakla görevlidir. Geçmiş yıllarda yöre delikanlıları canavarla savaşmaya gitmiş, ancak bir daha geri dönememişlerdir. Günümüzde bu mağaranın ağzına kilit vurulmuştur. Bağlarına gitmek isteyen bağ sahipleri, farklı güzergâhlar kullanır ve mağaranın yakınından geçmek istemezler. Fakat mağara ve içindeki su birikintisi insanları cezbetmeye devam etmektedir (k5). Bu anlatıda, kutsal su unsurunun yanında insanların şifalı suya ulaşmasını engelleyen yılan veya yılana benzeyen bir yaratıktan bahsedilmektedir. Burada yılanın insanoğluna karşı olan tavrı dikkati çeker, yılan insanoğluyla ilgili yaşadığı olaylarda onun yanında değil hep karşısında olmuştur. O, dost değil, hep düşmandır. Rüyalarda görülen yılanların “düşman” olarak yorumlanması, hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Yılanın zehri vardır ve bu nedenle tarih boyunca, insanoğlu bu zehirli varlığa karşı kendisini hep savunmasız hissetmiştir. Yılan zehrine karşı çeşitli efsunlar, koruyucu tedbirler almış ve böylelikle yılana karşı kalkan oluşturmuştur. * “Müre” adlı efsane ise Siirt’in Eruh ilçesinin Dağyeli köyünde yaşatılmaktadır. İnanışa göre, “şeytanın kızı olan Müre, ilkbahar mevsimin ilk haftası, babasının (şeytan) evine gider. Müre yürüdüğünde, o gün hava güneşli ise, uzun etekleri yerlere sürünür ve böylece yerlerde bulunan fare, yılan ve akrepler, elbisesinin eteklerinde toplanır. Müre, alçak damlardan geçerken bu hayvanlar, evlerin bacalarından içeriye girerek insanlara zarar verir. Ancak hava yağmurlu ise Müre, uzun elbisesinin eteklerini toplayarak babasının evine gidermiş. Böylece yılan, fare, akrep gibi varlıklar elbisenin eteklerine tutunamazlar. Bu sebeptendir ki yöre halkı, ilkbaharın ilk haftasında havanın güneşli olduğu zamanlarda, evlerin bacalarına diken yerleştirirler (k6). Bu sayede kendilerini bu hayvanlardan koruyacaklarına inanırlar. Yörede, çok dedikoducu, fitneci kadınlar için “müre” tabiri kullanılmaktadır. Türkçede yılan sözcüğü de ikiyüzlü, fitneci insanlar için kullanılır. Burada “Müre” ile “yılan”ın benzer fonksiyonları Müre’nin yılan gibi bir varlık olacağı zannını uyandırmaktadır. Ayrıca “Müre” kelimesinin Farsça yılan anlamına gelen “mar”dan türemiş olma ihtimali de bulunmaktadır. Efsanede şeytanın kızı olarak adlandırılan Müre’nin yılan, fare ve akrep gibi halk arasından soğuk, pis ve tehlikeli olarak bilinen varlıklarla olan yakınlığı, onun da bir yeraltı varlığı olabileceğini düşündürmektedir. Siirt yöresiyle ilgili olarak anlatılan bir memoratta ise Hz. Muhammed’in soyundan gelenlerin evlerini koruyan, ev sahibiyle konuşan, söylenenleri yapan ve evin büyüğü vefat ettiğinde ağlayan bir yılandan söz edilir.* Yörede, siyah yılan, seyit ailelerin ocağı olarak kabul edilmektedir. Hz Muhammed’in soyundan gelen insanları siyah yılanın koruduğuna inanılır. Yörede “Seyitlerin âhını almayın, aksi takdirde siyah yılan, onların öcünü sizlerden alır” (k7). şeklinde yaşayan bir inanış da söz konusudur. Siirt yöresinde siyah yılanın ailenin ocağı olarak kabul edilmesiyle Roma mitolojisinde Di Penates adı verilen ev (ocak) tanrılarıyla, ocak tanrıçası Vesta arasında bir benzerlik bulunmaktadır. Roma mitolojisinde evlerde yaşayan Di Penates ve Vestalar da ailenin, ocağın koruyucu tanrıları olarak kabul edilirler. Roma mitolojisinde “Bu tanrıların ailenin refah ve mutluluklarını koruduklarına inanılmaktaydı. Evlerdeki ocaklar, onların sunakları olarak kabul edilirdi” (Bonnefoy 1981: 909). Eski Türk toplumlarında var olan ve günümüzde de inanış unsurları olan yaşayan ateş, ocak kültünü de bu noktada hatırlamakta yarar vardır. Yörede anlatılan bir efsane ise şöyledir: “Sağlıklı bir yılan, hasta bir yılanı sırtında taşıyarak su aramaktadır. Küçük bir su birikintisi gören yılan, hasta yılana o sudan içirir. Büyük bir zat (Şeyh Muhammed Kasım), bu durumu görür. Bu kişi, suyun olduğu yeri, eliyle açıp genişletir ve şifa bulmak isteyenlerin buraya gelebileceğini söyler. Bu olaydan sonra, her cuma, bir yılanın bu suya girip şifasını bıraktığına inanılmaktadır” (k11). Bu efsanede “eren kültü” ile mitik bir hayvan olan “yılan”ın aynı anlatı içerisinde eridiği ve “kutsal su” oluşumuna vesile oldukları dikkatlerden kaçmaz. Eski dinsel ya da kültürel dizgelerin kaybolup yerlerini yeni düşünme dizgelerinin alması, bunların çok fazla dışlanması sonucunu getirmediğinden (Bennefoy 1981: 697). yukarıdaki efsanelerde yer alan yılan unsurunu, “anlatıların örtüsü altında” yaşayan bir yılan miti olarak telakki etmek gerektiği kanaatindeyiz.

Seni Gidi Kopyacı :)))