Anadolu’ya yerleşen Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra birçok beyliğe bölündü. Oğuz boylarından biri olan Kayı boyu, diğer beylikleri de bünyesine katarak Osmanlı Devletini kurmuş ve daha sonraları imparatorluğa dönüştürmüştür. Bu devlet yaklaşık 6 Yüzyıl (1299-1922) Balkanlarda, Anadolu’da, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da egemenliğini sürdürmüştür. Akıl ve bilime değer veren ve büyümenin ancak bu yolla olabileceğini değerlendiren Padişah Fatih Sultan Mehmed (II. Mehmed) (1432-1481), ikinci padişahlığı döneminde (1451-1481) Doğu Roma İmparatorluğunu yıkarak İstanbul’u fethetmiş ve başkenti buraya taşımıştır. Bu tarihten sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun zaman içerisinde bilimden uzaklaşmasının yanı sıra, Avrupa Devletleri Rönesans ve Reform hareketlerini başlatarak Ortaçağ bağnazlığından ve kilisenin baskısından kurtulmaları sonucu ilerleme kaydetmiş ve Osmanlı İmparatorluğu ile başa baş mücadele etmeye başlamışlardır. Padişah Fatih Sultan Mehmed’ten sonra Padişah Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında Balkanlarda ve Ortadoğu’da bir kısım toprak kazanımları olmuşsa da, iktidarlarını dinin gücünü kullanarak devam ettirmişler ve bu yönetim tarzını yıkılışa kadar sürdürmüşlerdir. Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim, Müslümanlara akıl ve bilimi emretmesine rağmen, bu düşünce ve uygulamalardan uzaklaşmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu 1699 Karlofça Antlaşmasından itibaren toprak kaybederek geri çekilmiş, bu durum Sakarya Savaşı’na (23 Ağustos-13 Eylül 1921) kadar sürmüş ve bu tarihte Avrupa Devletlerinin ilerleyişi Başkomutan ve Büyük Millet Meclisi (BMM) Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yönetimindeki Türk Ordusu tarafından durdurulmuştur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşıtı olan ancak Harp Okulu’ndan iki sene önce mezun olan Enver Paşa, Padişah damadı olmasının da etkisiyle Başkomutan Vekili sıfatıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşına (1914-1918) Almanya ile müttefik olarak girmesine sebep olmuş ve Osmanlı İmparatorluğu bu savaştan yenik çıkmıştır. Talat, Enver ve Cemal Paşanın siyasette etkin olduğu dönemde ordunun siyasete bulaşmış olması nedeniyle Balkan Savaşı (1912-1913) kaybedilmiş ve binlerce soydaşımız Anadolu’ya göç etmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, askerin siyaset dışında kalması gerektiğini belirterek Balkan Savaşı öncesinde İttihat ve Terakki Partisinden istifa etmiş ve asıl mesleği olan askerliği en iyi şekilde yaparak Trablusgarp’ta, Çanakkale’de, Yıldırım Orduları Gurup Komutanlığı’nda ve Bitlis-Muş Muharebelerinde hep başarılı olmuştur. Vatanseverliğinden şüphe edilemeyecek olan maceracı Enver Paşa, I. Dünya Savaşı’na girerken kapitülasyonları kaldırma teşebbüsünde bulunduysa da harpte yenilerek Talat ve Cemal Paşa ile birlikte Karadeniz üzerinden yurdu terk etmiştir.
Sakarya’da Yunanı durduran Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk komutasındaki Büyük Millet Meclisi (BMM) Orduları, bir sene gibi zamanda Büyük Taarruza hazırlanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk galibiyete tam inanmış ve bu inancını Türk Milletinden ve onu temsil eden Büyük Millet Meclisi’nden almıştır.
30 AĞUSTOS DUMLUPINAR MEYDAN MUHAREBESİ
Sevgili hemşerilerime askeri durumu kısaca özetlemek isterim: Harp Prensiplerine göre taarruz eden, savunanın üç katı birliğe, silaha ve araç gerece sahip olması gerekir. Sizleri rakamlara boğmamak için sadece şunu belirtmem gerekirse, Yunan Kuvvetleri ile hemen hemen denk kuvvete sahiptik. O halde Baskın, Sıklet Merkezi, Kesin sonuç yerinde kuvvetli bulunma gibi birçok harp prensibini yerinde ve tam kullanmamız gerekiyordu. Bunun için düşmana beklemediği Afyonkarahisar güneyinden taarruz edilecek ve yine düşmanın geçilemez diye değerlendirdiği ve zayıf kuvvetlerle tuttuğu Ahır Dağını Fahrettin Altay Paşa komutasındaki süvari birliği geçerek düşmanın arkasına sarkacaktı. 26 Ağustos 1922 sabahı başlayan taarruzla baskına uğrayan Yunan Ordusunun komuta kademesi, Afyonkarahisar’daki balodan döneli henüz üç saat olmuştu. Yunan Başkomutanı Georgios Hacianestis ise İzmir’deki yatında istirahat etmekteydi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk komuta kademesiyle taarruz planını görüşürken, bu planın çok riskli olduğunu ve bütün ülkeyi kaybedebileceklerini belirten Harp Akademisi’ndeki hocası 2nci Ordu Komutanı Yakup Şevki Subaşı Paşa’ya bütün sorumluluğu üzerime alıyorum demiş ve planın uygulanmasını sağlamıştır.
Gerçekte yukarıda da ifade ettiğim gibi plan çok riskliydi. Ancak Büyük Millet Meclisi Ordularının tek atımlık kurşunu vardı ve bunu hedefe tam olarak ulaştırmalıydı. Taarruz başladıktan sonra Yunan Komuta Heyeti asıl taarruzun nereden yapıldığını kestiremedi ve Afyonkarahisar güneyinden yapılan taarruzun yanıltma taarruzu olduğunu değerlendirerek ihtiyatta bulunan kolordusunu hareket ettirmekte gecikti. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu ihtiyat kolordusunun hareket durumunu yakından takip ediyor ve en büyük endişesi bu kolordunun bizim asıl taarruz bölgemize hareket etmesiydi. Taarruzun devamında düşmanın ihtiyat kolordusunun henüz hareket etmediğini öğrenen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Yunan Başkomutanı Hacianestis’e “Ey Hacianestis gel de kurtar ordularını” diye seslendiği söylenir. Düzensiz bir şekilde geri çekilen ve tutunmaya çalışan Yunan Ordusunun ana unsuruna Dumlupınar’da son darbenin vurulması gerekiyordu. 30 Ağustos 1922 Saat 14.00’de bu darbe gerçekleşir. Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin alışılmışın dışında sabah erken saatlerde değil de, saat 14.00’de başlamasının sebebi Yakup Şevki Subaşı Paşa’nın komutasındaki 2nci Ordunun intikalini henüz tamamlamasıydı. Artık İzmir yolu açılmış, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri” emrinin verilmesiyle Türk Ordusu süratle İzmir’e ilerlemiş ve bu arada Yunan Ordusu Başkomutanlığına getirilen General Nikolaos Trikupis beraberindeki heyetle 2 Eylül günü esir alınmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün huzuruna çıkarıldığında kendisine çay ikram edilmiş ve “Üzerinize düşen vazifeyi ifa ettiğinize kailseniz müsterih olunuz. En büyük kumandanlar için de esaret mukadder olabilir……” şeklinde konuşarak teselli etmiştir. Türk ordusu 9 Eylül’de İzmir’i, 11 Eylül’de Bursa’yı kurtarmış, 18 Eylül’de ise Batı Anadolu’da hiçbir düşman askeri bırakmamıştır. Tüm komutanlar bir üst rütbeye terfi ettirilmiştir.
SUBAY VE ASTSUBAYLARIN TERFİ HEYECANI
Kazanılan bu büyük zaferden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin terfileri ilgili kanun ve yönetmelikle bir esasa bağlanmış ve yeterli sicili alanlar bekleme sürelerinin sonunda bir üst rütbeye terfi ettirilmişlerdir. Terfi tarihinin 30 Ağustos gününe denk getirilmesi, bu haklı zafer duygusunu bir kez daha yaşatmadır. Hatta terfi edenlerin isimleri 1960’lı yıllara kadar radyodan anons edilirdi. Generalliğe terfiler ile general terfilerine Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) karar verilir. YAŞ, 2018 öncesinde Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, Kuvvet Komutanları ile Orgeneral rütbesindeki komutanlardan oluşurken, 2018’de 8 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile YAŞ’ın yapısı değiştirildi. Buna göre üyeler; Cumhurbaşkanı Yardımcıları, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, Hazine ve Maliye Bakanı, Milli Eğitim Bakanı, Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarından oluşturuldu. Cumhurbaşkanı gerekli gördüğü hallerde Yüksek Askeri Şura toplantılarına katılır ve başkanlık eder şeklinde değiştirildi.
Görüldüğü gibi ismi Yüksek Askeri Şura olmasına rağmen Şura, 6 ilâ 8 sivil ve 4 askerden oluşmaktadır. Kararlar oy çokluğu ile alındığına göre terfiler ağırlıklı olarak siyasilerin isteklerine göre yapılmaktadır. Yüksek Askeri Şura üyelerine baktığımızda Başkomutan Cumhurbaşkanı ve Milli Savunma Bakanı dışındaki üyelerin askerlikle ne kadar ilgili olduklarını siz değerli hemşerilerime bırakıyorum. Üzülerek söylemeliyim ki bu durum, Türk Silahlı Kuvvetlerinde terfi bekleyen subay ve generallerin liyakatten ziyade siyasi akışa göre terfi beklemeleri sonucu, Türk Milletinin ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetlerini adım adım siyasete bulaştırır ve korkarım ki milletin ordusu olmaktan çıkarır. Ordunun siyasete bulaşmasının acı tecrübesini Balkan Savaşlarında yaşamış olan bu milletin beklentisi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Anayasa ve Kanunlarda gösterilen görevleri layıkıyla yapmasıdır. Tabii ki Türk Silahlı Kuvvetleri siyasetin emrindedir. Ama acı tecrübeyi 15 Temmuz 2016’da yaşamış olduğumuz hain darbe teşebbüsünü gerçekleştiren sözde general, subay ve astsubayların FETÖ’ye bağlı bulunduklarını ve komutanlarından değil de, sivil imamlardan emir aldıklarını görmüş bulunmaktayız. Oysa her yönetici durumundaki kişilerin ve memurların olduğu gibi bu sözde general, subay ve astsubaylar askerliğe başlarken ellerini şanlı bayrağımıza ve silaha dayayarak kanunlara, nizamlara, amirlerine mutlak itaat edeceklerine dair namusları üzerine ant içmişlerdi. Tarih geçmişten ders çıkarmak için iyi bir tecrübedir. Bunu unutmadan geleceğimizi oluşturmalıyız.
Mehmet Tevfik Bedük
(E) Tuğgeneral