HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Bingöl’de ulusal ve yerel basın temsilcileriyle yaptığı basın toplantısında iç ve dış gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu.
Yeni anayasa ihtiyacı
1982 darbe anayasası yerine tamamen sivil ve yeni bir anayasa yapılması yönündeki irade değerlidir. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis’te temsil edilen siyasi partilerin çalışma yapması yönündeki çağrısını önemli buluyoruz. Ancak toplumsal bir sözleşme olan anayasa yapım sürecine mecliste temsil edilmeyen siyasi partilerin ve sivil toplumun da dahil olması gerektiğini düşünüyoruz.
Yeni anayasa yapmak mümkündür. Türkiye 40 yıldır darbe anayasasıyla yönetilmektedir. Bu ayıptan kurtulmak gerekir. Bunun için siyasi partiler uzlaşmalı ve ortak bir noktada bir araya gelmeye çaba sarf etmelidir. Partilerin “kırmızıçizgi”leri sürecin tıkanmasına neden olmamalıdır. Bu açıdan yeni anayasa yapım süreci ve fırsatı siyasi partiler için bir samimiyet testidir. Eğer yeni bir anayasa yapılacaksa gelecek nesillerin iradesine ipotek koymamak adına değiştirilemez maddeleri olmamalıdır.
Sağlık sistemi normale dönmelidir
Sağlık Bakanlığı Covid-19 salgınının ilk aylarında devlet hastanelerinde randevu alınabilmesini iptal etti. Bu süreçte vatandaşlara sadece Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) ve ALO 182 üzerinden randevu verilmesi tercih edildi. Yaklaşık iki senedir vatandaşlar çoğunlukla randevu alamamaktadır. Özellikle büyük şehirlerdeki devlet hastanelerinde randevu almak imkânsız hale gelmiştir. Tedavileri aksayan vatandaşlar haftalar, kimi branşlar için ise ancak aylar sonrasına randevu alabilmektedirler. Bu uygulama ile vatandaşlar özel hastanelere mecbur bırakılmaktadır. Sigorta primlerini ödedikleri halde hak ettikleri sağlık hizmetini alamayan insanlar, sürecin yönetilememesinden dolayı özel hastanelere fahiş meblağlar ödemek zorunda kalıyorlar.
Randevu krizi ve doktor yetersizliği sorununu aşmak için MHRS’deki randevu aralığının 5 dakikaya düşürülmesi de sorunu çözmemiş, sadece polikliniklerin ve doktorların iş yükünü artırmıştır. Salgında artan iş yükü nedeniyle sağlık çalışanlarının emekliliğini ve istifasını yasaklayan genelgenin 1 Temmuz 2021’de sona ermesiyle birlikte ücret azlığı ve iş yükü gibi sebeplerle birçok doktor istifa edip özel sektöre geçti. Bu durum da zaten çıkmazda olan sağlık sisteminde daha büyük aksamalara neden olmuştur. Eğitim öğretimde normale dönüldüğü gibi sağlıkta da normale dönülmelidir. Hastaneden randevu alabilme uygulaması yeniden başlamalı, eksik branşlar tamamlanmalı, doktor yetersizliği giderilerek sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ve ücretleri iyileştirmelidir.
Hasta mahkûmlar ve infaz sistemi
Yargıtay tarafından 9 yıl 4 ay hapis cezası onanan ve dördüncü evre kanser teşhisi konulan Ayşe Özdoğan ağır hasta olmasına rağmen cezaevine konuldu. Sağlık Kurulunun “Cezaevinde Kalamaz” şeklindeki raporuna dayanılarak yapılan infaz erteleme başvurusu da reddedilerek adli tıp üzerinden belirsiz ve tehlikeli bir sürece terk edildi. İnfazın ertelenmesi, kanunun mahkûmlara tanımış olduğu insani bir haktır. Ağır bir hastalık nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyen mahkûmların cezalarının infazı, iyileşinceye kadar geri bırakılır. “Herkes, kanunlar önünde eşittir” anayasal ilkesi gereğince hangi suçtan mahkûm olduğuna bakılmaksızın kanun uygulanmalıdır.
Eşi tutuklu, bakıma muhtaç küçük çocuğu olan, bu denli ağır bir hastanın hâlâ cezaevinde kalıyor olması vicdanları yaralamıştır. Adalet, suçlu bulunan her insanı cezalandırmak ve her durumda cezaevine göndermek değildir. Adalet sistemi, mekanik bir makina gibi işletilirse ortaya adalet çıkmaz. Adalet sisteminin zulme dönüşmemesi için gerektiğinde “af” veya “infazın ertelenmesi” gibi mekanizmalar işletilebilmelidir. Ayşe Özdoğan’ın cezasının infazının bir an önce ertelenmesi insani, vicdani ve yasal bir zorunluluktur.
Kâğıt toplayıcıları ve vahim iddialar
Kâğıt ve diğer dönüştürülebilir atık toplayıcıları sorunu, İstanbul’un Ümraniye ilçesinde yaşanan son hadiselerle bir kez daha gündeme geldi. Depolar basıldı, geniş çaplı operasyonlar yapıldı. Bu sorunun farklı cihetleri mevcuttur. Kâğıt ve atık toplayıcılığı ilkel ve sağlıksız koşullarda yürütülüyor. Bu işle uğraşanların herhangi bir güvencesi yoktur. Zor şartlarda çöp bidonları karıştırılarak yürütülen bu iş aynı zamanda riskli ve tehlikelidir. Ancak buna rağmen milyonların geçim kapısına dönüşmüş ve bir sektör haline gelmiştir.
Belediyelere veya özel sektöre bağlı lisanslı geri dönüşüm tesisleri ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır. Kâğıt, plastik veya metal atıkların geri dönüşüm yolu ile ülke ekonomisine önemli bir katkısının olduğu bir gerçektir. Soruna daha geniş, daha adil ve daha insani yaklaşılmalıdır. Şaibeli ihalelerle piyasanın yandaş firmalara peşkeş çekildiği ve işin içinde büyük bir çıkar savaşının olduğu yönünde ciddi iddiaları ileri sürülmektedir. Lisans ve ruhsat verme kıstaslarının hiç adil olmadığı da iddialar arasındadır. Polisiye tedbirlerle bu sorunun üstesinden gelmeye çalışmak, bir anda milyonlarca kişinin geçim kapısına kilit vurmak anlamına gelir. Bu iş ile uğraşan ve geçimini bu yolla temin edenleri sektöre dâhil edecek daha genel ve daha makul çözümler üretilmeli, insanların mağdur edilmesinin önüne mutlaka geçilmelidir.
Gıda fiyatlarındaki artış durdurulmalıdır
Hayat pahalılığı her geçen gün daha ileri boyutlara çıkmaktadır. Gıda üretiminde dünyanın en elverişli şartlarına sahip ülkelerinden olduğumuz halde adeta bolluk içinde yokluk yaşıyoruz. Refah düzeyindeki gerileme ciddi boyutlardadır. Eylül ayı enflasyon raporuna göre son bir yılın gıda enflasyonu %28,79 olarak ölçülmüştür. Daha önceki uyarılara gözünü kulağını kapatan iktidar şimdi sıkıntının farkına varmış ise de yanlışta hâlâ ısrar etmektedir. Var olan zincir marketlere bir tane daha eklemekle sorunun çözülmesi mümkün değildir. Perakendecilik sektörünü büyütmek yerine, üretimi kolaylaştırmak, üretici enflasyonunu düşürmek ve iç piyasada ihtiyaç duyulan gıda ürünlerinin ihracatının önünü kapatmak ilk etapta ivedi olarak atılması gereken adımlardır. Bu yönde düzenleyici tedbirler ve kontrol mekanizması devreye girmelidir. Gıda ve hayvancılık politikalarına; gıda güvenliği ve hayatın sürdürülebilirliğinin gereği olduğu penceresinden bakılmalı, rantçılara ve istismarcılara da fırsat verilmemelidir.
İran Azerbaycan gerginliği
İslam ülkeleri arasındaki problemlerin temel kaynağı, var olan sınırların emperyalistlerce özellikle ihtilaflar gözetilerek çizilmiş olması ve bölgedeki siyonist işgalin varlığıdır. İran ile Azerbaycan arasındaki gerginliğin temel nedeni de işgal rejiminin bölgedeki varlığıdır. İran ve Azerbaycan’ın birbirine komşu ve İran’ın nüfusunun önemli bir kısmının Azeri olması bu yakınlığı daha da artırmalı ve pekiştirmelidir. İddia edildiği gibi Azerbaycan topraklarında işgal rejiminin askeri varlığı veya askeri üsleri söz konusu ise bu gücün İran ya da başka bir ülkeye karşı doğrudan veya dolaylı olarak kullanılması kabul edilemez. Böyle bir durum İslam coğrafyası için bir felakettir. Azerbaycan’daki siyonist varlık sadece İran için değil Türkiye ve diğer bölge ülkeleri için de büyük bir tehdittir.
İslam ülkeleri arasındaki sorun ve problemlerin askeri yöntemlerle çözülmesi mümkün değildir. Tarihimiz bunun örnekleri ile doludur. Bu durum, İran ve Azerbaycan için de söz konusudur. Savaş ve tehditler, sadece sorunları derinleştirecek ve büyük acılar yaşatacaktır. İran ve Azerbaycan aralarındaki sorunları diyalog ve kardeşlik hukuku ile çözüme kavuşturmalı, bu denklemde işgal rejimine asla yer verilmemelidir.
İslam dünyası Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmalıdır!
Siyonist rejim mahkemesinin; Yahudilerin Mescid-i Aksa’da ibadet yapma hakkı olduğuna dair kararını şiddetle kınıyoruz. İslam mabedi olan Mescid-i Aksa’da statü değişikliği amaçlayan bu adıma karşı bütün Müslümanlar harekete geçmelidir. Filistin topraklarını yıllardan beri işgal altında tutan, sivil katliamlar gerçekleştirerek şehirleri yıkan işgal rejimi, bu cesaretini İslam dünyasının tepkisizliğinden almaktadır. İşgal rejimi Mescid-i Aksa’nın statüsünü değiştirmeye ve Müslümanların mabedini işgal etmeye hazırlanırken İslam ülkeleri ise normalleşme yarışına girmiştir. İslam dünyası kendini toparlamalı, dostunu ve düşmanını iyi tanımalı, İslam mabedi olan Mescid-i Aksa’ya tüm gücüyle sahip çıkmalıdır. İşgal rejimiyle normalleşme ihanetine imza atanlar derhal bu büyük yanlıştan dönmelidir. Müslümanlar arasındaki ihtilafı körükleyen, mabetlerine saldıran işgal rejimi tüm İslam aleminin iş birliğiyle cezalandırılmalıdır.
Hibya Haber Ajansı