Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Siirt tarihi

Siirt, kadim bir tarihe

Siirt, kadim bir tarihe sahip olmakla beraber hangi tarihten itibaren yerleşim yeri olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bulunduğu coğrafya itibariyle Anadolu ve Mezopotamya bölgeleri arasında yer alması derin bir tarihi geçmişinin olduğu kanaati oluşturmaktadır. Siirt hakkında yapılan arkeolojik çalışmalar şehrin tarihinin eski çağlara uzandığını göstermektedir. Eski çağlardaki tarihini buralarda hüküm süren devletlerin geçmişine bakarak tespit edilebilmektedir. Bu bağlamda şehrin geçmişi M.Ö. 3000 yıllarda hüküm süren Subarulara kadar uzanmaktadır. Siirt, Mezopotamya ve Anadolu’da hüküm süren Sümerler, Samiler, Babiller, Hurriler, Mitaniler, Hititler, Urartular, Asurlular, Medler, Persler, Romalılar, Sasaniler gibi büyük devletlerin hâkimiyeti altında kalmıştır.

Tarih sahnesinde önemli bir yere sahip olan bu uygarlıkların idaresinde kalması şehrin kültürel mirasını zenginleştirmiştir. Siirt, İslamiyet’le Hz. Ömer zamanında tanışmıştır. İslam ordularının İyad ve Halid Bin Velid liderliğinde yapılan sefer sonrasında 638 yılında fethedilmiş ve Diyarbakır merkez olmak üzere Cezire Vilayetine bağlanarak idare edilmiştir. İslam toprağı olarak idare edilmeye başladıktan sonra Siirt ve çevresinde üstünlük sağlayan Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler gibi devletlerden sonra Selçuklular döneminde Türk-İslam hâkimiyeti başlamıştır. 1129 yılında Irak Selçuklu Hükümdarı Mugīsüddin Mahmûd b. Muhammed Tapar tarafından yapılan Ulu Cami, günümüze kadar gelmiş Selçuklular tarafından şeh re kazandırılmış önemli bir eserdir. Siirt’in stratejik coğrafi konumu mücadelelere sahne olmuş ve Selçuklulardan sonra bölgede Eyyubiler, İlhanlılar (Moğollar), Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safeviler şehri idare etmiştir.

1514 yılında Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında meydana gelen Çaldıran Seferi sonrasında Osmanlı Devleti hâkimiyeti başlamıştır. Bölge Bıyıklı Mehmet Paşa ve İdrisi Bitlisi’nin idaresine bırakılmıştır. İlk başlarda Diyarbakır Eyaleti Hasankeyf sancağına bağlı iken 1526 yılında bağımsız sancak statüsüne getirilmiş ve Diyarbakır Eyaletinin sancakları arasında yer almıştır. Osmanlı Döneminde XIX. yüzyılda 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanının ilanıyla birlikte başlanan yenileşme hareketlerine kadar yurtluk-ocaklık statüsünde idare edilmiştir.  girmiştir.

Siirt, 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesiyle Türkiye Cumhuriyetinin vilayetleri arasında yer almıştır. Bu tarihten itibaren sancaklar vilayetlere dönüşmüş ve mutasarrıf unvanı vali unvanıyla değiştirilmiştir. Tarih sahnesinde yer alan birçok farklı devletlerin egemenliği altında kalması Siirt’e zengin bir kültürel yapı kazandırmıştır. Osmanlının hoşgörü ve adaletli yönetim şeklinin önemli örneğini gösteren Siirt, nüfus çeşitliliği bakımından oldukça kozmopolit bir yapıdadır. Şehirde farklı din ve milletler uzun süre beraber yaşamışlardır. Bu çerçevede Müslümanlar, Hristiyan dinine mensup Ermeniler, Keldaniler, Katolikler, Süryaniler, Protestanlar ve Yezidiler birlikte yaşamaktaydı. Şehrin büyük çoğunluğu Müslüman olmakla beraber Hıristiyanların büyük kısmı Ermeni milletinden meydana gelmekteydi.

Bu nüfus çeşitliliği şehir sokaklarında Arapça, Türkçe, Kürtçe, Keldanice, Süryanice ve Ermenice gibi dillerin bir arada konuşulmasını sağlamıştır. Bu da şehre zengin bir kültürel atmosfer kazandırmıştır. Bu kültürel atmosferin en önemli unsuru sözlü kültüre ait olan anlatılar ve hikâyelerdir. Sözlü kültüre bağlı olarak oluşan hikâyeler, masallar, fıkralar, yaşantılar sonucu meydana gelen anekdotlar, atasözleri, deyimler bu atmosferin en önemli parçasını oluşturmuştur. Her din ve millete ait topluluklar kendilerine ait mekânlarda, evlerde bu kültürü yaşatmıştır. Şehir ahalisinin önemli kesimi olan Araplar da bu anlamda zengin bir sözlü kültüre sahiptirler. Araplar, teknolojik aygıtların yaygınlaşmadığı dönemde uzun kış gecelerini dolu dolu geçirmek, yaşadıklarını aktarmak gibi farklı nedenlerle bu hikâyeleri ve masalları birbirlerine anlatmışlardır. Her biri derin bir kültüre ait unsurları içeren bu hikâye ve masallar zamanla kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum Arapça konuşmanın azalmasıyla paralel bir şekilde gelişmiştir. Söz konusu bu sözlü kültürü en iyi bilen belli bir yaşın üstünde olup Arapça bilen insanların sayısı giderek azalması, bu zengin kültürün yaşamasını tehlikeye sokmuştur. Bu çalışmamız yaşaması tehlikeye giren Arapça sözlü kültürün yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılmasını amaçlamıştır.

https://sites.google.com/view/siirt-haberleri/siirt-haber

Seni Gidi Kopyacı :)))