Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Siirtli General M.Tevfik Bedük Yenisiirt.com’a Özel Yazdı: “Rusya-Ukrayna Çatışması”

Rusya’nın, Ukrayna’ya savaş ilan

Rusya’nın, Ukrayna’ya savaş ilan etmeden 24 Şubat 2022 tarihindeki saldırısı ile Ortadoğu ve Kafkaslardan sonra Doğu Avrupa’daki anlaşmazlık da su yüzüne çıktı. Bu durum, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bütün Avrupa’yı ve hatta Dünya’yı siyasal, ekonomik, sosyal başta olmak üzere birçok konuda etkilemeye başlamış ve ileriki günlerde kendini daha fazla hissettirecektir. Bu duruma nasıl gelindi? Kısaca geçmişi tarayarak durumu değerlendirelim.

Varşova Paktı’nın Dağılması ve Sonrasında Rusya’nın Durumu

Bilindiği gibi IInci Dünya Savaşı’nın sona ermesini müteakip oluşan yeni dünya düzeni kapsamında Varşova Paktı (Dostluk İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşması), NATO’ya karşı savunma düşüncesiyle 1955 yılında kuruldu. Tarih ve rakamlara fazla girmeden özetle şu gelişmelerin yaşandığını söyleyebiliriz.

Bu Pakta dahil olan ülkelere ‘Demirperde Ülkeleri’ denilmekteydi. Sovyetler Birliği (Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti) (SSCB) bu Paktta yönetici durumundaydı. Karadeniz’in tamamı –Türkiye hariç- Varşova Paktı’na dahil olan ülkelerle çevrili idi. SSCB, bugün bağımsız birer devlet olan Beyaz Rusya, Azerbaycan, Ermenistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Moldova, Ukrayna ve Rusya’nın beraberce 08 Aralık 1991’de imzaladıkları antlaşma ile dağıldı. Antlaşmaya imza koymayan Estonya, Gürcistan, Letonya ve Litvanya bağımsız devlet statülerini devam ettirdiler. SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov sistemdeki tıkanıklığı görmüş ve özellikle ekonomi konusunda batılı ülkelerle yarış edemez duruma düşmeleri sonucu Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılandırma) politikası ile SSCB’ni ayakta tutmaya çalıştıysa da başarısız olmuş ve SSCB dağılmıştır. Bu parçalanmadan sonra ayrılan her ülke kapitalist sisteme uyum sağlamaya çalışmış, bu geçiş sürecinde SSCB’nin ana unsuru ve en büyük toprak parçasına sahip Rusya vatandaşları, ekonomik olarak sıkıntı çekmişlerdir.

Zaman içerisinde Boris Nikolayeviç Yeltsin, Viadimir Viadimiroviç Putin, Dimitriy Anatolyeviç Medvedev ve tekrar Putin devlet başkanlığı görevini üstlenmiştir. Putin gerek eğitimi ve gerekse sanat ve spor dahil birçok konuda kendini yetiştirmiş olması ve geçmişte sistemde önemli görevlerde bulunması nedeniyle zengin olan yeraltı ve yerüstü zenginlikleri uygun bir denge ile ülke kalkınmasında kullanabilmiş ve vatandaşlarının refah seviyesini yükseltmiştir. Türkiye dahil Avrupa devletlerine başta doğal gaz olmak üzere birçok ürünü ihraç ederek bu devletleri kısmen bağımlı hale getirmiştir.

NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)’nün Niyet ve Maksadı

IInci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya, iki kutuplu hale geldi ve ‘Soğuk Savaş’ denilen yeni bir döneme girdi. SSCB batı emperyalizmden kendini korumak için yukarıda belirtildiği gibi Varşova Paktı’nı kurdurdu. IInci Dünya Savaşı galip devletleri yenilmiş Almanya’yı da ikiye bölüp Batı Almanya ile beraber Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’nü kurdular. Bilahare Yunanistan ve Türkiye’nin de ilavesiyle üye sayısı 16’ya çıktı. Varşova Paktı’nın ve SSCB’nin dağılması üzerine, artık varlığının sorgulanması gereken NATO’nun ana aktörü Amerika Birleşik devletleri (ABD), dünyayı tek kutuplu olarak yönetmek maksadıyla, Rusya’nın henüz kendisini toparlamasına fırsat vermeden daha önce Varşova Paktı üyesi olan bazı ülkelere ilave olarak SSCB’den ayrılan bir kısım devletlerin NATO’ya katılmasını sağlayarak bu sayıyı 30’a ulaştırdı. Varşova Paktı varken NATO’ya dahil olan Almanya, ABD, Belçika, İngiltere, Danimarka, Fransa, Hollanda, İspanya, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, Türkiye ve Yunanistan’a ilave olarak 1991’den sonra Arnavutluk, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Hırvatistan, Karadağ, Kuzey Makedonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Polonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya NATO’ya katıldı. Görüldüğü gibi NATO Rusya’yı daha ileriden sarmalayarak bir savunma örgütü olmaktan çıkmış, mütecavizkar (saldırgan) duruma geçmiştir.

Rusya’nın Ukrayna’ya Saldırısı ve AB ile NATO’nun Tutumu

NATO’nun Gürcistan’ı ve Ukrayna’yı bünyesine katma girişimleri ve bu ülkelerde kendine yakın bulduğu yönetimleri işbaşına getirme gayretleri Rusya’yı tedirgin etmiş, zaten Karadeniz kıyısı ülkelerden Bulgaristan ve Romanya’nın NATO üyesi olması yetmezmiş gibi yine Karadeniz’de kıyısı olan Gürcistan ve Ukrayna’nın da NATO’ya girme girişimlerine Rusya, müsamaha etmeme kararlılığını göstermiştir. Bu kapsamda Rusya, 2008’de Gürcistan’a müdahale etmiş ve Gürcistan’ın batı yanlısı tutumu içerisinde olmasına engel olmuştur. Rusya, Ukrayna’nın toprağı olan Kırım’a 2014’te girerek anayasaya aykırı bir şekilde referandum yaptırıp bu toprağı da kendi ülkesine katmıştır. Geçmişte Türk toprağı olan Kırım’a müdahaleye Türkiye dahil NATO ve diğer ülkeler yeterli tepkiyi göstermemişlerdir. Bu durum Rusya’yı ileride yapacağı diğer saldırılar konusunda cesaretlendirmiştir. Rusya içte ekonomisini üst seviyelere çıkarmış ve çevre ülkelere olası bir harekâta ekonomik olarak hazır hale gelmiştir. Bu arada Rusya halkı refah seviyesinin artmasından, sosyal medya üzerinden dünyanın her tarafında olup bitenlerden haberdar olmalarından dolayı olası bir savaştan kendilerinin de etkilenebileceklerini görmüşlerdir. Rusya Devlet Başkanı’nın en büyük dezavantajı bu bilinçlenmiş Rusya halkı olmuştur ve olacaktır.

AB ve NATO doğrudan bir mücadeleye girmektense maşa olarak Ukrayna’yı kullanmıştır. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Oleksandroviç Zelenski 1978 yılında doğmuş, hukuk fakültesinden mezun olmasına rağmen mesleğini icra etmeden oyuncu, senarist ve yönetmenlik yapmış, halkın %80’nin izlediği “Halkın Hizmetkârı” adlı televizyon dizisinde Ukrayna Cumhurbaşkanını canlandırmıştır. Anketlerden çıkan sonuca göre halkın kendisine karşı ilgisinden dolayı Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmuş ve ikinci turda Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Fazla bir irdelemeye gerek kalmadan Zelenski’nin Cumhurbaşkanı olmasının batılı emperyalist devletlerinin büyük bir psikolojik harekât operasyonu olduğu görülmektedir. Açıkçası Zelenski AB ve başta ABD olmak üzere NATO’nun oyununa gelmiştir. Çünkü bu devletler, zaten hedef ülkelerdeki devlet başkanlarını kendi menfaatlerine uygun bir politika yürütecek devlet tecrübesi az ve suni olaylarla, popülist yaklaşımlarla hareket edebilen kişileri iktidara getirmek isterler. Zelenski olayı tam da budur.

Putin gerek kendi ülkesinde ve gerekse komşusu Belarus’un –komşuluk ilkesine aykırı hareket etmiştir- Ukrayna sınırına askeri yığınağı yapmış ve 24 Şubat 2022 günü tüm cepheden öncelikle başkent Kiev, Donetsk ve Lugansk bölgelerine saldırıya başlamıştır.

Rusya’nın Ukrayna’ya Askeri Harekâtı, Yanlış ve Doğruları

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı doğrudan başka bir ülkenin toprak bütünlüğüne karşı koymaktır ve Birleşmiş Milletler (BM) hukukuna aykırı bir durumdur. Konu BM Güvenlik Konseyinde görüşülmüş, ancak veto yetkisi olan beş daimi ülkeden biri olan Rusya’nın vetosu nedeniyle bir sonuç çıkmamıştır. Her ne kadar savaşın bütün özellikleri ortadaysa da resmi bir savaş ilanı olmadığı için BM Güvenlik Konseyinde Rusya görüşme dışı bırakılamamıştır. Bunun adı askeri tabirle “engelin etrafından dolaşmadır.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Harp zorunlu ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duyamamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe, harp bir cinayettir.” Sözünü irdelediğimizde Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına zorunluluk diyebilir miyiz?

Yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün harp üzerine söylediği bir başka sözü: “Askeri hareketler, siyasi faaliyetlerin ümitsiz olduğu noktada başlar. Ümidin güvenli bir surette geri dönüşü, orduların hareketinden daha seri hedeflere ulaşmayı temin edebilir.” Gerçekte de savaş siyasilerin beceriksiz davranış ve politikaları sonucu çıkar. Siyasi olarak hedeflerine ulaşamadıklarında bunu savaşla çözebileceklerine inanırlar. Kısa vadede saldıranın başarılı olduğu görülse bile orta ve uzun vadede başarısız olurlar ve bunun en büyük ceremesini o ülkenin vatandaşları ve hatta çocuklar ile yaşlıları çeker.

Yazıyı kaleme aldığımda Rusya’nın saldırısının 17nci günü sona ermektedir. Rusya’nın siyasi hedefi neydi? Bu siyasi hedefe göre askeri hedef ne olmalıydı?

Biraz olsun harp prensiplerini bilenler Rusya’nın siyasi hedefinin Zelenski yönetiminin sona ermesi bunun yerine kendine müzahir (yakın) bir hükümetin işbaşına getirilmesi, ayrıca Zelenski’ye destek veren ülkelere ‘bir daha ülkesinin güvenliğini tehlikeye düşürecek davranışlardan uzak durmalarını’ hatırlatıcı ders verilmesi olmalıydı. Bunun için askeri hedef olarak ağırlıklı Rus kökenlilerin yaşadığı Donetsk ve Lugansk bölgelerini ele geçirmek, bilahare askerin çekilmesinden sonra da Kırım’da olduğu gibi buraların Rusya’ya katılma kararı almaları, diğer bir askeri hedef başkent Kiev’in ele geçirilerek Zelenski’yi devirmek olmalıydı. Bütün bunları yaparken harp prensiplerinden “Baskın prensibi”ni uygulamalıydı. Rusya Ukrayna’nın alt yapısına zarar vererek istilayı gerçekleştirmeyi düşündü. Süre uzadıkça harbin genel karakterinde olan sivillerin de zarar görmesi, Rus askerlerinde zayiat oranının artması, batılı ülkelerin ağır yaptırımları, refaha alışmış olan Rusya halkını Putin’den uzaklaştırmaktadır. Zaten batının hedefi de budur. Putin Rusya Anayasasında yaptırdığı değişiklikle 2035’e kadar devlet başkanlığı imkânını elde etmişse de anlattığım gerçeklerden dolayı Putin’in devlet başkanlığına beklendiği tarihe kadar devamı tehlikeye düşmüştür.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün milli mücadelede önce iç isyanları bastırmaya öncelik vermesi, doğu ve güney hudutlarını yaptığı antlaşmalarla sağlama alması, bilahare batıya yönelerek Büyük Taarruzla harbi kazanması buna en güzel örnektir. Ne yazık ki Putin’in bu gerçeği yeterince algılayamadığını değerlendirmekteyim. Ayrıca bu çatışma ortamı ortadan kalktıktan sonra zaruri olmayan bir savaşı başlatması ve insanları soğuk kış günlerinde göçe zorlaması ve birçok günahsızın ölümüne sebep olması nedeniyle yargılanma ihtimali vardır.

Türkiye’ye Etkisi ve Türkiye’nin Alması Gereken Tutum

Türkiye, Rusya ve Ukrayna ile Karadeniz üzerinden komşudur. Komşuluğun gerektirdiği sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkileri vardır. Türkiye Ruslarla tarih boyunca 13 defa ile en çok savaşan ülkedir ve ne yazık ki 1854 Kırım Harbi hariç –bu savaşta İngiltere yanımızda yer almıştır- hepsinde kaybetmiştir. SSCB, Kurtuluş Savaşımızda emperyalizme karşı mücadele etmemizde politikasına uygun olduğu için yanımızda yer almış ve destek vermiştir. Dolayısıyla Rusya’yı ve tarihsel düşüncesini en iyi Türkiye bilmektedir.

Ayrıca Türkiye yaptırıma tabi tutulsa da Avrupa Konseyi üyesidir. NATO üyesidir. Avrupa Birliği’ne tam üyelik gayreti vardır. Türkiye NATO vasıtasıyla batı ülkeleriyle entegre olabilmektedir. NATO’dan çıkalım söylemleri beyhudedir. Türk hükümetleri NATO’yu milli çıkarları doğrultusunda yeterince kullanamamıştır. Oysa Türkiye NATO’nun ikinci büyük ve güçlü ordusuna sahiptir. Bir başka NATO ülkesi çok daha etkin olarak ülkesinin menfaatlerini NATO ile koruyabilmektedir. Siyasilerin beceriksizliklerini 70 yıldır üyesi olduğumuz Örgüt’ün üzerine yıkmamamız gerekmektedir.

Varşova Paktı’nın yıkılmasından sonra batılı ülkeler silahlı kuvvetlerini yeni tehdit değerlendirmesine göre düzenlerken, Türkiye PKK Terör Örgütü ile mücadelesi nedeniyle yeni bir organizasyona girmekte geç kalmıştır. Ülkenin güney doğusunda Ortadoğu Devletleri, doğusunda Kafkasya Devletleri, kuzeyinde hepimizin malumu yeni emperyalist ülke Rusya ile komşu olması ve buralardaki sıcak gelişmeler, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kuvvetli bulundurulmasını gerektirmektedir. Savaş, doğrudan savaşa girmekten ziyade, caydırıcılık sağlayacak güçlü bir orduyu elde bulundurmakla kazanılır. Buna göre;

a. Zorunlu askerlik süresinin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

  1. PKK ile mücadele nedeniyle yapısı değiştirilen bir kısım birliklerin SHP (Stratejik Hedef Planı) ve MASK (Milli Askeri Stratejik Konsept)’e göre yeniden düzenlenmesinde fayda vardır.
  2. Yüksek Askeri Şura general terfilerinde liyakate daha fazla önem vermelidir.
  3. Kışlaya siyaset girmemelidir.
  4. Bölgede caydırıcılığı sağlayan ve gerektiğinde gireceği savaşı kazanacak güçlü ordu ayakta tutulmalıdır. Tabii ki TSK siyasetin emrinde olacaktır. Siyaset uygun bir denge sağlayarak TSK’lerini idare etmelidir.

Yukarıda söylediğim hususlara ilave olarak ekonomideki sıkıntılı günlerde  Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı başlamış, doğal olarak Türk vatandaşlarının üzerine bir de böyle yük binmiştir.

Bir diğer husus 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin öneminin anlaşılmış olmasıdır. Bu sözleşme ile boğazlar üzerinde tam hâkimiyet sağlanmış ve askersizleştirilmiş bölgeler Türk Silahlı Kuvvetlerinin hakimiyetine geçmiş, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin güvenliği sağlanmış ve Karadeniz’e geçiş yapacak yabancı devlet harp gemilerine sınırlama getirme yetkisi Türkiye’ye verilmiştir. Şu ana kadar Türkiye sözleşmeden doğan bu hakkı yerinde ve dengeli kullanmıştır. Türkiye, vatandaşının menfaatleri doğrultusunda tarafsızlık ilkesine göre hareket etmelidir. Çatışmanın yarattığı ve yaratacağı ekonomik sıkıntıları asgari seviyeye indirecek politikalar geliştirmeli ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi esas alınmalıdır.

Seni Gidi Kopyacı :)))